Yaşadığımız 6 Şubat depreminin ardından toplum olarak büyük bir kenetlenme yaşadığımızı ve deprem bölgesine herkesin elinden geldiğince yardım etmeye çalıştığını gözlemledik. Bir süre, deprem temel gündemimiz olarak kalmaya devam etti. Ancak seçim tarihinin netleşmesinin ardından, siyasi gündemin deprem gündeminin yerini alması, seçim atmosferinin deprem bölgesini gölgesinde bıraktığı gerekçesiyle zaman zaman eleştirildi. Seçimlerin ilk turunun ardından ise, depremin ve bölge halkının kullandığı oylara dair sonuçlar değerlendirilirken, eleştirilere maruz kalarak yeniden gündeme taşındığını gördük.
Peki deprem bizi gerçekten birleştirmiş miydi ve seçim sonuçları bizi böldü mü?
10 Mart-26 Mart tarihleri arasında, Türkiye temsili bir örneklemle yaptığımız araştırmamız bize toplumsal bütünleşmeyi anlamaya yönelik önemli bir çerçeve çiziyor. Bu araştırmadan elde ettiğimiz sonuçlara göre, halkımızın %83’ü depremden etkilenenlere ayni ya da nakdi bir yardım yaptığını belirtmiştir ki bu her 10 kişiden yaklaşık sekizinin depremden etkilenenlere bir şekilde yardım ettiğini ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra, deprem sonrasında toplumsal birlik ve beraberliğin arttığını düşünenlerin oranı ise %89’dur. Yani neredeyse her 10 kişiden dokuzu depremden sonra toplumsal birlik beraberliğin arttığına inanmaktadır. Dolayısıyla, genel araştırma sonuçları bize, depremin toplumsal olarak bir birlik ve beraberliğe yol açtığını gösteriyor.
Öte taraftan, uzun bir süredir bu toplumla birlikte ülkemizde yaşayan göçmenlere yönelik bakışı da ortaya koymak, toplumsal bütünleşmenin varlığını bütünüyle tartışmak adına önemlidir. Araştırmamızdan elde ettiğimiz verilere göre, halkımızın %90,1’i bundan sonra ülkeye asla yeni göçmen kabul edilmemeli derken, %87,4’ü göçmenlerin ülke ekonomisine zarar verdiğini, %85,6’sı ise göçmenlerin ülke güvenliğini tehdit ettiğini düşünüyor. Buradan hareketle, yukarıda bahsettiğimiz toplumsal bütünleşmenin aslında belli kriterleri olduğunu görmekteyiz. Bu elbette toplumu hangi bakış açısıyla tanımladığımızla paralel bir tartışma olsa da üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçek.
Aslında göçmenler üzerine düşünmemizi gerektirecek bir diğer husus da seçimlerle birlikte oldukça yoğun bir şekilde gündeme gelmiş olmaları ve geri gönderilmeleri üzerinden yapılan siyasi propagandalar. Yine araştırmamızın sonuçları bize gösteriyor ki deprem anında deprem bölgesinde olduğunu belirtenler, deprem anında deprem bölgesinde olmayanlara göre anlamlı olarak daha düşük oranlarda ülkeye asla yeni göçmen alınmaması gerektiğini, göçmenlerin ülke ekonomisine zarar verdiğini ve göçmenlerin ülke güvenliğini tehdit ettiğini düşünüyor. Bununla birlikte, depremden sonra toplumsal birliğin arttığını düşünme oranı da deprem anında deprem bölgesinde olanlarda, olmayanlara göre anlamlı olarak daha düşük. Yani bu iki veriyi birlikte okuduğumuzda, belki de en başında, deprem bölgesindeki halkımızın algı ve tutumlarını yanlış ya da eksik okuduğumuzu düşünebiliriz. Yani, deprem bölgesindeki vatandaşlarımızın, iktidar partisine yüksek oranlarda verdikleri oyları eleştirirken aslında en başından beri onların, deprem bölgesinde olmayan bizlerin hissettikleri bütünleşmeyi tam olarak hissetmediklerini ve devleti çok daha büyük bir kurtarıcı olarak görmeye devam ettiklerini görmezden gelemeyiz. Dolayısıyla, depremden sonraki toplumsal bütünleşmenin de zaman zaman deprem bölgesinden çıkan oy oranlarına yönelik oldukça sert eleştirilerle kendini gösteren toplumsal kutuplaşmanın da aslında çoğunlukla depremi yaşamamış bizler tarafından beslendiğini ve hissedildiğini fark etmemiz gerekiyor. Bu da bizlere, özellikle toplumsal konular gibi karmaşık yapılarla ilgili analizler yaparken bir kez daha veriye dayalı yorum yapmanın kıymetini gösteriyor.
Araştırmamızın detaylı raporuna Deprem Bizi Nasıl Etkiledi? linkine tıklayarak ulaşabilir ya da toplumsal bütünleşme de dahil diğer pek çok konuyu alanında uzman isimlerle birlikte yorumladığımız webinarımızı izleyebilirsiniz.
F. Serap Koydemir
XSIGHTS Sosyal Bilimler Enstitüsü
Müşteri Çözümleri Müdürü